ALİ KOÇ: “SANATÇI, ÇEVRESİNE KAYITSIZ KALAMAZ”

 

KSÜ’de öğretim görevlisi olarak çalışan Dr. Ali Koç’un Hayrettin Maraşi ve Ali Rıza Beyazıt hakkında yazdığı makalelere önceki sayılarımızda yer vermiştik. Bu sayıda kendilerini tanımak istedik.

 

Ali Hocam, sanat serüveninizi merak ediyoruz. Ne zaman resim yapmaya başladınız? Ve sizce hangi aşamalardan geçerek bugüne geldiniz?

 

Resim hikâyem 1980’lerin ilkokul yıllarına kadar gider. O yıllarda Maraş Eğitim Enstitüsü mezunu olan İsmail ağabeyimin yerli ve yabancı popüler sanatçıların portrelerinden yaptığı karakalem resimler ile Maraş Lisesinde okuyan Ahmet ağabeyimin eve getirdiği Tommiks, Teksas, Tarkan, Karamurat vb. çizgi romanlar, resme karşı olan ilgimi uyandıran unsurlardır. İlkokulu, ortaokulu, liseyi ve üniversiteyi birlikte okuduğumuz resim öğretmeni kardeşim Mehmet’le birlikte resim merakımız bu yıllarda ortaya çıkar. Bu yıllarda eğitim aldığım okullarda resim derslerinde öğretmenlerime ve arkadaşlarıma göre iyi resimler yapıyordum. Öte yandan da haftalık olarak yayımlanan Tercüman Çocuk ve Türkiye Çocuk dergilerini takip ediyordum. Bu dergiler içindeki yerli ve yabancı ressamların çizgi romanlarını haftalık olarak takip etmek, okumak ve ressamların çizgilerini incelemek büyük keyif veriyordu. Ortaokuldaki resim öğretmenim Ahmet İhsan Aslantürk, Maraş Lisesindeki resim öğretmenim rahmetli Mehmet Savan’dı. Mehmet hoca, 1987 yılında liseden mezun olurken resim yeteneğimizi bildiği için bana ve kardeşime üniversitede resim bölümünü okumamızı önermişti. Çevremizden bizi (beni ve kardeşimi) bilen öğretmenlerimin ve arkadaşlarımın teşvikleriyle -herhangi bir resim kursu, eğitimi vb. almadan- 1988 yılında Malatya İnönü Üniversitesi Eğitim Fakültesi Resim-İş Öğretmenliği bölümüne girdim. 1990’da yatay geçişle İstanbul Marmara Üniversitesi Atatürk Eğitim Fakültesi Resim-İş Öğretmenliği bölümüne geçtim. Bu bölümde atölye hocam rahmetli Prof. Dr. Erol Özden’di. Bunun yanı sıra Prof. Dr. Bünyamin Özgültekin, Prof. Dr. Basri Erdem ve Prof. Dr. Ali Candaş ve Prof. Dr. Ayla Ersoy hocalardan ders aldım. 1992’de bu bölümden mezun oldum ve 1993’te Kayseri’nin Sarız ilçesi Sarız Lisesine resim öğretmeni olarak atandım. 1994’de Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi Rektörlüğü Güzel Sanatlar Bölümüne resim öğretim görevlisi olarak girdim. 1997 yılında Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Resim-İş Eğitimi Ana Sanat Dalı Grafik Eğitimi Sanat Dalında yüksek lisans yaptım. Yüksek lisans tez danışmanım Prof. Dr. Selçuk Mülayim’di ve tezimde Türkiye’de en uzun süreli yayımlanmış plastik sanatlar dergisi olarak Ankara Sanat dergisini inceledim. 1998’de kısa dönem askerlik yaptığım Kocaeli-Gebze Orduevinde resme meraklı bir yüzbaşı ile sekiz ay boyunca resimler yaptık ve sergi açtık. Gebze’deki sergide yaptığım İstanbul resimleri bende ‘Maraş resimleri’ düşüncesini oluşturdu. Nihayet askerlik sonrası büyük boyutlu Maraş resimlerine başladım ve 2014 yılına kadar çalıştım. 2021 yılı başında Kayseri Erciyes Üniversitesi Güzel Sanatlar Enstitüsü Resim Ana Sanat Dalında Sanatta Yeterlik (Doktora) yaptım. Burada aynı zamanda Erciyes Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Dekanı olan Prof. Dr. Aygül Aykut’un danışmanlığında ‘Çağdaş Sanat’ta Kültüralizm Olgusu ve Etkileri’ başlıklı tezi hazırladım. Şu ana kadar yurt içi ve yurt dışı olmak üzere çok sayıda kişisel ve karma resim sergisi açtım. Ayrıca ulusal ve uluslararası düzenlenen sempozyumlarda bildiriler sundum; kitap bölümleri yazdım ve hakemli dergilerde makaleler yayımladım. Doktora sürecinde soyut resimler ile Maraş’ın müzelerinde ve bazı kamu mekânlarında yer alan Maraş resimlerimin üzerinden çağdaş sanat denemeleri yaptım. Halen soyut resim çalışmalarım devam etmektedir. Dolayısıyla, çocukluğumdaki resim sanatına karşı olan ilgi ile başlayan ve sonrasında lisans, yüksek lisans ve doktora düzeyinde aldığım teorik ve kuramsal sanat öğretimleri bugünlere gelmemi sağlayan nedenler olarak görünüyor. Akademisyen kimliğiniz de var. Akademisyenlikle ressamlık arasındaki ilişkiyi anlatır mısınız? Bu iki farklı alan birbirini besliyor mu, engelliyor mu? Dünyadan ve Türkiye’den akademisyenler ile ressamlar arasındaki ilişkilere baktığımız zaman hem birbirini destekleyen hem de birbirini ‘öteki’leştiren örneklerle karşılaşmak mümkündür. Örneğin, 19. yüzyıl sonrasında Avrupa’da ortaya çıkan modern sanat akımlarına, çoğunlukla akademilerde öğretim görmüş ama dışarda serbest ressam olarak eser veren sanatçıların öncülük ettiği anlaşılır. Öyle ki empresyonistlerden Fransız Cezanne ve Gauguin ile Hollandalı Van Gogh; fovistlerden Fransız Matisse; ekspresyonistlerden Norveçli Munch; kübistlerden İspanyol Picasso; fütüristlerden İtalyan Boccioni; soyut resimde Rus Kandinsky ve Malevich ile Hollandalı Mondrian akademi dışında serbest ressam olarak isim yapan sanatçılardır. Bunların yanı sıra Almanya’da Bauhaus Okulu temsilcilerinden ve soyut resim sanatçılarından Josef Albers; soyut ekspresyonistlerden Alman George Baselitz ve 1960’lı yılların postmodernist performans formunda işler üreten Alman Joseph Beuys akademisyen kimliğini ve sanatçı kimliğini birlikte taşıyan az sayıdaki isme örnek verilebilir. Oysa, Türkiye’nin akademisyenlik ve ressamlık arasındaki ilişkilerine baktığımızda Türk resim tarihinde resim gruplarının ve hareketlerinin içinde çoğunlukla akademisyen ressamların yer aldığına tanıklık ederiz. Özellikle 1900 ile 1950 yılları arasında Türkiye’nin ilk güzel sanatlar akademisi olan Mimar Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi akademisyenlerinin tüm sanat oluşumlarını meydana getirdikleri görülür. 1929 yılında kurulan Müstakil Ressamlar ve Heykeltraşlar Birliği sanatçılarından Nurullah Berk, Ali Avni Çelebi ve Zeki Kocamemi; 1933 yılında kurulan D Grubu sanatçılarından Zeki Faik İzer, Bedri Rahmi Eyüboğlu ve Cemal Tollu; 1941 yılında kurulan Yeniler grubu sanatçılarından Ferruh Başağa; 1947 yılında kurulan Onlar Grubu sanatçılarından Turan Erol ve Mehmet Pesen ile günümüzde üniversitelerin güzel sanatlar fakültelerinde akademisyen ve ressam olarak çalışan çok sayıda sanatçı bulunmaktadır. Öte yandan Türkiye’de sanat kurumlarında öğretim görmüş ve dışarıda serbest ressam olarak çalışan ve sanatsal çalışmalarıyla önemli işlere imza atmış isimler de vardır. Ancak, Türkiye’deki akademisyenlik ve ressamlık arasındaki ilişki Avrupa’nın tersi yönünde hareket alanı bulmuş ve ‘serbest ressam’ların değil de ‘akademisyen ressam’ların etkin olduğu bir sanat, tarihsel bir olgu meydana gelmiştir. Aslında Avrupa ve Türkiye örneklerine bakıldığı zaman ‘hoca-öğrenci’ ya da ‘öğrenci-hoca’ temelinde modernizm, akımlar, hareketler, öncü sanat, avangardizm, postmodernizm, çağdaş sanat, yaklaşımlar, stratejiler, formlar vb. kavramları kapsamında her iki alanda birbirini destekliyor görünmektedir.

 

Sanat görüşünüz nedir? Sizce bir resim nasıl olmalı, neyi anlatmalı?

 

Sanatçı, bulunduğu coğrafya, mekân, uzam ve zamandan soyutlanamaz. Sanatçının çevresinde ve yakınında olan olaylara ve olgulara kayıtsız kalması mümkün değildir. Yani, çevresel etkenler sanatçının kişisel ve toplumsal belleğini oluşturan unsurlardır. Çevresel etkiler bağlamında sadece Maraş resimleri yapmakla kalmadım, bunun yanı sıra zamanımızın postmodernist çağdaş sanat yaklaşımları kapsamında soyut resimler de yaptım. 2000’li yıllardan sonra yaptığım desenlerde ve soyut resim çalışmalarımda ‘iletişimsizlik’ sorununa yöneldim. Günümüz toplumlarını meydana getiren tüm nesnel ve öznel dünya elemanlarının, iletişimsizlik sorununu ortaya çıkardığı düşüncesi bu konuyla ilgili çalışmalarımın temel dinamiğini meydana getirir. Söz konusu iletişimsizlik sorunu resimlerimde bazen geometrik formlarla birlikte ve imgesel figür destekli bazen de geometrik formlar eşliğinde figürsüz soyut resimler olarak ortaya çıkar. Kimi zaman da yerel ya da popüler görsel malzemelerinin transfer edilerek bu resimlerde doku ve arka plan olarak kullanıldığı görülür. Postmodern dönemin çağdaş sanat anlayışı gereğince, benim soyut resimlerimde iletişimsizlik sorunu bir sorunsal şeklinde ele alınır. Bu resimlerimin ifade ettikleriyle, benim iletişimsizlik sorununu çözme ya da buna yeni öneriler getirme gibi bir kaygım yoktur. Benim işim sadece sorunlu olan bir durumu ortaya koyup öylece kendi haline bırakmaktan ibarettir. Bu ortaya konulanı izleyicinin bir ‘arzu nesnesi’ haline getirip getirmeyeceğini zaman gösterecektir.

 

Bazılarını 7 Güzel Adam Edebiyat Müzesinde gördüğümüz, Kahramanmaraş’ın değişik yer ve zamanlarına dair de resimleriniz var. Kahramanmaraş’ı resmetmek nasıl bir duygudur?

 

Maraş’ta yaşayıp, Maraş’taki görsel malzemeden etkilenmemek zordur. Hatta bu kentte yaşanan ve üretilen yoğun edebiyat atmosferi bu etki ortamını zenginleştirmeye yardımcı oluyorsa… Öyle ki benim yaptığım Maraş resimleri geçmiş merakının yanı sıra aynı zamanda Maraş’ın resimsel görsel belleğini ortaya çıkarmak amacını güden çalışmalar olarak görülebilir. Kim bilir, çocukluğumun geçtiği Serintepe mahallesinin 1920 yılındaki bomboş hali, gittiğim okullar ve yolları, şimdi Yedi Güzel Adam Edebiyat Müzesi olarak kullanılan eski Amerikan Koleji’nin 1930 yılındaki hali, ortaokulu okuduğum ve o zamanki adıyla Kahramanmaraş Ortaokulu’nun bulunduğu ‘İt Tepesi’nin 1935 yılı görüntüsü, Mağaralı mahallesinde futbol oynadığım Batıpark futbol sahasının mezarlık hali, oyun parkına gittiğim Maraş Kalesi, Maraş Kalesi önündeki ‘Eski Hal’in 1950’li yıllardaki görüntüsü benim belleğimi meşgul eden şeyler olabilir ya da diğer kent ayrıntıları izleyicilerin belleklerine hitap eden özellikler sunabilir. Siyah-beyaz olan Maraş’ın yaklaşık olarak yüz yıl öncesinin eski fotoğraflarını büyük boyutlu ve tuval üzerine yağlıboya olarak çalışmak, belki de önce kendi belleğimi, sonra da izleyicilerin belleklerini harekete geçirmek anlamına gelebilir. Ayrıca belgeselci bir yaklaşımla yaptığım bu Maraş resimlerim şu anda kentin tarihi konaklarında yerel belediyeler tarafından sürdürülen restorasyon (restitüsyon, rölöve) çalışmalarına destek olabilir. Hatta bu resimlerden yapılacak tespitlerle, tarihi özelliği yüksek olan ama zaman içinde tamamen yıkılmış konakların, evlerin vb. yeniden ayağa kaldırılması mümkün olabilir. Bu bağlamda, hem geçmişe sahip çıkmak hem de tarihi belleği geleceğe aktarmak adına Kahramanmaraş’ın farklı resmî binalarında yer alan Maraş resimlerim ile diğer sanatçı arkadaşların Maraş konulu resimlerinin bir araya getirilerek ‘Maraş Resimleri Müzesi’ de açılabilir.

 

Söyleşi: Ömer Yalçınova

 

Evelâhir Sayı - 12